Söze önce bir soru ile başlayalım.

DEMOKRASİ Arap KÜLTÜRÜNE uygun mu?

Arap deyince aklımıza ilk gelen DİN ve İSLAM kavramı olabilir ama kazın ayağı öyle değil.

M.S. 610-622 yılları arasında Peygamber (s.a.v) ile başlayan ve sonrasında Hulafa-i Raşidin döneminde devam eden (661) 51 yıllık Medine SİTE DEVLETİ hariç, Arap tarihinde bu dönemin ne öncesinde ne de sonrasında hiçbir zaman ÇOK KÜLTÜRLÜ bir toplumun yönetim yapısı olmamıştır.

Hele ki Peygamberden (s.a.v.) sonra ihdas edilen HALİFELİK makamı, yani yöneticinin   hem DÜNYEVİ hem UHREVİ olarak TEK OTORİTE olması, bu çok kültürlü toplum yapısının YÖNETİME yansımasını imkânsız hale getirdi.

Bu Arap dünyasında SOY ve MEZHEP taassubu ile toplumu yönetme şekli, AİLE’nin ADALETTEN önce gelmesi ve farklılıklarla kendilerini ifade etme hatta VAR OLMA talebi hiçbir zaman karşılık bulmamıştır.

Hz. Ali’nin (Kuddise Sırruh) şahadetinden sonra (661) başlayan dönemde Araplar yeniden siyasi olarak geçmiş kültürlerine rücu ettiler; işte o gün bugündür KESRETTE VAHDET hiç yaşanmadı.

Şimdi gelelim güncel konuya, yani SURİYE ve YÖNETİMİ mevzusuna.

Orta Dünya’nın devlet stratejilerinden biri olan DÜŞMANIMIN DÜŞMANI DOSTUMDUR düsturu, mevcut düşmana karşı ittifak ederek yenmeyi sağlar; peki ya sonrası?

İşte bu SONRASI kısmı hem netameli hem muammadır.

 Zira darbeler ülkesi Suriye, Osmanlı’dan ayrılmasından sonra onlarca darbe ve darbe girişimi ile yönetim sürekli el değiştirmiş ve fakat hiçbir zaman huzur bulamamıştır.

Suriye, 1970’te baba Esad’ın yaptığı darbe sonucu ele geçirdiği otoriteyle 54 yıldır tek PARTİ, tek REJİM ve tek AİLE şeklinde yönetildi. Her türlü FARKLILIĞI inkâr edip yok sayarak, farklılıklara hayat hakkı tanımayan klasik ARAP KÜLTÜRÜ bir kez daha tutmadı ve yıkıldı.

Bundan sonra ortak düşmana karşı ittifak eden başta HTŞ (Heyet Tahriri eş Şam) olmak üzere onlarca küçük grup, yeni dönemde nasıl bir yönetim ve rejim kuracaklar merak ediyoruz?

Bu ve daha nice sorular insanların zihninde cirit atıyor. Zira ortalık TOZ DUMAN ve yoğun SİSLİ.

Sisli havaların iklimini sevenlerin pusuda fırsat kolluyor olması çok muhtemeldir; peki ya YIKMAYI becerenler daha iyisini YAPMAYI becerecekler mi?

Bu soruya kısaca cevabımız; HAYIR. Zira ortak düşmana karşı ittifak, düşman gidince dostluğa dönüşmez.

Bu durum K. Georg Büchner’in meşhur eseri olan “Dalton’un Ölümü” kitabında dediği gibi DEVRİM KENDİ ÇOCUKLARINI YER sonucuna çok benziyor.

MEDENİ olmak (şehirli) bir mekân işi değil, mantık işidir, BEDEVİ kalmak da kader değil tercihtir. Bundandır ki çoğunluğun azınlıklar karşısındaki tutumu medeniyet işaretidir.

Farklılıklarla çoklu kültür içinde ve birlikte yaşama prensibine gerekli hassasiyet gösterilmeden “kesrette vahdet” ihya edilmezse, sahada kazanılan masada kaybedilir.

Zira Orta Dünya, çoklu KÜLTÜR, çoklu DİN (mezhep) ve çoklu IRKIN yaşadığı bir coğrafyadır; burada yaşamakta, yaşatmakta ÇOKLU olmanın ön kabulü ile başlamalı ki SÜRDÜRÜLEBİLİR bir süreç olsun.

İşte bu çok kültürlülüğün tarihi referansı MEDİNE VESİKASI’dır. Sözde her tür referansını İslam’dan aldığını söyleyenler, işe bu vesika ile başlamalıdır.

Görmek isteyene çözüm yolunu hakikatin kaynağı gösteriyor; “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizleri BOYLARA ve KABİLELERE ayırdık. Allah katında en değerli olanınız ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır (takva sahibi) …” (Hucurat 13)

Hal böyle iken yaşananlardan doğru ders alınmazsa, üç vakte kalmaz yine eski tas eski hamam olur buna da şaşırmayın ve sonunda da ortalık yine ARAP SAÇINA dönecektir.

Son söz: HASIM karşısında önce bir olanlar sonra HISIM olmazlar; çünkü ardından KISIM KISIM olurlar.