Kıskançlık: Kalbin Gizli Yangını

Kıskançlık…
Adını duyduğumuzda bile içimizde garip bir sızı belirir. Hepimizin hayatında bir şekilde yer etmiş, bazen sessizce kendini göstermiş, bazen de fırtınaya dönüşüp ilişkileri yıkmış bir duygu…

Toplumda çoğu zaman kıskançlık, sevginin kanıtı gibi gösterilir. "Kıskanıyorsa seviyordur" denir. Oysa bu cümlenin ardında çoğu zaman derin bir korku gizlidir. Kaybetme korkusu, sahip olma isteği, kendinde olmayana duyulan özlem…

 Kıskançlık, işte bu eksikliklerden beslenir.

Bir yere kadar kıskançlık insani, hatta doğal karşılanabilir. Çünkü sevdiklerimizi kaybetmek istemeyiz, değer verdiklerimizi paylaşmak istemeyiz. Fakat bu duygunun fazlası, bir anda zehre dönüşür. Sevgiyle büyüyen bağı, yavaş yavaş boğmaya başlar

. Güzel bir çiçeği sularken fazla su verip kökünü çürütmek gibidir bu.

Asıl mesele şudur:
Kıskançlık aslında karşımızdakini değil, kendimizi anlatır. İçimizdeki güvensizliği, eksik yanlarımızı, kabullenmekte zorlandığımız kırılganlıklarımızı. Sevdiklerimize "Sana güvenmiyorum" demeyiz belki, ama davranışlarımızla bunu hissettiririz. İşte bu, sevgiyi yavaş yavaş tüketir.

Unutmayalım: Sevgi zincirlerle değil, özgürlükle ayakta kalır.

 Sevdiğimizin mutlu olması, bizden uzaklaşması anlamına gelmez. Tam aksine, güvenin olduğu yerde bağlar daha da güçlenir.
Gerçek sevgi, "Yanımdaysan mutlusun" değil, "Mutluysan yanındayım" diyebilmektir.

Kıskançlık kalbin gizli yangınıdır. Onu kontrol altına almak, sevginin büyümesine izin vermektir.

Çünkü sevgi, korkunun değil güvenin üzerine kurulmalıdır.